Bilinenin Aksine En çok toprak kaybeden padişah Sultan Abdulhamid Han değil meşrutiyet dönemi sonrası olduğu için toprak kaybına neden olanlar ittihat ve terakki cemiyeti ve uzantılarıdır. (Jon Türkler, Yeni osmanlılar)
ittihat ve terakki cemiyeti ve uzantılarının yanlış meclis kararları ve yönetimi ile Tunus, Mısır, Kıbrıs, Sırbıstan, Karadağ ve Romanya olmak üzere 1 milyon 592 bin 806 kilometre kare toprak kaybedilmiştir.
Sultan Abdülhamid Han ın tahtta kaldığı tarihler 31 Ağustos 1876 – 27 Nisan 1909
Birinci Meşrutiyet, Osmanlı İmparatorluğu'nda 23 Aralık 1876'da II. Abdülhamid tarafından ilan edilen, anayasal monarşi rejiminin ilk dönemi.
Meşrutiyet dönemi meclis dönemine geçiş sürecidir yani karar merci padişah değil meclistir.
İttihat ve terakki ve uzantılarının Başarısız ve bilinçsiz şekilde başına buyruk meclis kararları elbette toprak kayıplarına neden olacaktır.
Abdülhamid han Tahta çıktığı yıllarda Bosna-Hersek,Girit,Sırbistan ve Karadağ’da isyanlar başlamıştı. Bu sıra da toplanan Tersane Konferansı’nda İngiltere olası bir savaşı Almanya’nın Rusya’yı destekleyeceği gerekçesiyle istemiyordu. Rus Çarı Aleksandr’da harp istemiyordu ancak Rusya’da da Osmanlı’da olduğu gibi savaş yanlıları vardı ve harbin başlaması için kampanyalarına çoktan başlamışlardı.
Zaten tek karar merci padişah olmuş olsaydı ne toprak kaybı olur ne de kendi başarısızlıklarını padişaha yükleyip onu tahttan indirebilirlerdi.
Bunu analiz etmek biraz geriye gider ne olup bitmiş takip edersek kimlerin buna sebep olduğunu anlayacaksınız.
Peki Neler olmuştu daha önce gelin bakalım;
Daha önce Sened-i İttifak (1808) ile başlayan, padişahın yetkilerini kısma süreci, Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) Fermanları ile devam etmiş, ancak Ali ve Fuat Paşaların ölümleriyle birlikte bir duraklama evresine girmişti.
İlerleyen yıllarda İtalya’nın ihtilal mantalitesine sahip olan Carbonari örgütünü örnek alarak 1865 yılında “Genç Osmanlılar Cemiyeti” adı altında gizli bir örgüt kurmuşlar ve meşruti rejimi kurmak için ihtilal yoluna başvurmuşlardı. İlk olarak da, 1867 yılında Babıâli’yi basarak Sadrazam Ali Paşa’yı indirerek Mahmut Nedim Paşa’yı sadrazamlığa getirmek istemişlerdi. Ancak hükümet bu durumu önceden haber almış ve cemiyetin pek çok üyesi tutuklanmıştı. Kurtulabilenler ise Avrupa’ya kaçmışlar ve “sadrazam Fuad Paşa ile geçinmediği için Avrupa’ya gitmiş olan Mustafa Fazıl Paşa’nın ekonomik desteğinde, daha sistemli ve gür sesli bir muhalefeti başlatmışlardı”.Etkin muhalefetlerini bir süre daha devam ettiren cemiyet; mali sıkıntı, Sultan Abdülaziz’in ümit verici konuşmaları ve 1871 yılında Ali Paşa’nın ölümü gibi nedenler ışığında muhalefetlerine ara vermişler ve üyelerin büyük bir bölümü ülkelerine dönmüşlerdi.
Ancak, meşruti bir idarenin kurulmasını ana gaye edinen ve başını Mahmut Nedim Paşa’nın çektiği grup, bu yöndeki faaliyetlerine devam etmişler ve bu uğurda yapılacak her yolu da mübah görmüşlerdi. Nitekim, ümitlerini kestikleri Sultan Abdülaziz’i bir darbe ile tahttan indirerek bunu açıkça göstermişlerdi.Sultan Abdülaziz’i tahttan indiren darbeciler, birkaç gün sonra onu öldürerek intihar süsü vermişler ve işbirliği içinde oldukları V. Murad’ı tahta çıkarmışlardı. Ne yazık ki, meşrutiyetin ilanı için umut bağladıkları V. Murad’ın, yaşanan gelişmelerden dolayı ruh sağlığı bozulmuş ve V. Murad, bu halinden dolayı sadece 3 ay tahtta kalabilmişti. V. Murad’ın da böylece tahttan inmesi üzerine, Veliaht Abdülhamid Efendi’nin önemi bir kat daha artmış ve meşrutiyetçiler, istemeyerek de olsa Abdülhamid’e umut bağlamışlardı.
Balkanların fokur fokur kaynadığı, üst üste gelen taht değişiklikleri, devletin içine girdiği ekonomik sıkıntılar gibi kaotik bir dönemde tahtta geçen II. Abdülhamid’i bekleyen pek çok sorun vardı ve bunlardan biri de meşrutiyetin ilanı hadisesiydi.
Mithat Paşa, Abdülhamid ile görüşmüş ve meşrutiyeti ilan etmesi yönünde ısrarcı tehditkâr bir tavır sergilemişti zaten devlet yönetimi başına henüz yeni geçmiş olan padişah bu iç karışıklık ve kaosu önlemek için meşrutiyet ilanını vadetmişti Meşrutiyeti ve Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası Kanun-ı Esasi Mithat Paşa’nın tazyikleri ile anayasa çalışmaları başlamış ve 23 Aralık 1876 tarihinde Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Sened-i İttifak Kanun-ı Esasi yüz bir pare top atışıyla ilan edilmişti. Sened-i İttifak yani PADİŞAHIN YETKİLERİNİ KISMA SÜRECİ ile başlayan sürecin önemli bir ürünü olarak ortaya çıkan Kanun-ı Esasi’nin alelacele ilan edilmişti. Ancak meşrutiyet ilanı Mithat Paşa’nın beklentisini karşılamadı Avrupalı devletlerin umurunda bile olmadı.
Sened-i İttifak yani PADİŞAHIN YETKİLERİNİ KISMA SÜRECİ ile başlayan sürecin önemli bir ürünü olarak ortaya çıkan Kanun-ı Esasi’nin alelacele ilan edilmesinde “diplomatik bir taktik” vardı. Şöyle ki, “1875 Hersek Ayaklanması’yla başlayan olaylar Rusya ile Osmanlı Devletini karşı karşıya getirmiş ve Osmanlı kuvvetlerinin 29 Ekim1876’da Morova’da Sırp kuvvetlerine sağladığı üstünlükten sonra Rus hükümeti Babıâli’ye bir ültimatom vermişti. Bu dönemde Osmanlı’nın toprak bütünlüğünden yana olan İngiltere ise bu ültimatoma karşı bir konferansın toplanması önerisinde bulunmuştu. Bu önerinin kabul edilmesi üzerine Büyük Devletler, “Doğu Sorunu”nun çözümünde çıkarlarını uzlaştırmak için İstanbul’da bir araya gelmişlerdi”.İstanbul Konferansı ya da toplandığı Haliç Tersanesi’ne izafeten Tersane Konferansı 23 Aralık’ta toplanmış ve “bütün devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu esnada ‘dışarıdan dehşetli bir surette atılmaya başlayan top sesleri’ duyulmuştu. Bunun üzerine Hariciye Nazırı söz alarak delegelere, padişahın halkın meşru isteklerine göre uygulanmasını gerekli gördüğü yeni idare yönteminden ve meşrutiyet idaresinin getirdiği özgürlüklerden bahisle, ‘bu inkılâp karşısında toplantının zait(gereksiz) kaldığını’ dile getirmişti”. Ancak delegeler Kanun-ı Esasi’nin ilanına pek itibar etmemişler ve bu hareketi, “diplomatik bir taktik” olarak addetmişlerdi. Sonrada, hiçbir şey olmamış gibi kaldıkları yerden görüşmelere devam etmişlerdi. Meşrutiyetin ilanı, konferansa katılan delegeler üzerinde herhangi bir olumlu tesir uyandırmamasına rağmen, İstanbul’da bulunan Gayr-ı Müslim cemaat üyeleri tarafından büyük bir coşku ve bayram havası içinde kutlanmıştı.
Midhat Paşa, Tersane Konferansının Bulgaristan ve Bosna Hersek’te ıslahat yapılması tekliflerini incelemek üzere Bab-ı Ali’de içerisinde 60’ının Hristiyan olan 240 kişilik bir meclis topladı. Bu mecliste yaptığı konuşmada harp aleyhinde oy kullanacakları vatana ihanetle suçlayarak Tersane Konferansı kararlarını reddetti. Mithat Paşa, işsiz güçsüz takımına ve medrese talebelerine para dağıtarak Abdulhamid Han’ın penceresinin altında harp için gösteri yaptırmaktan bile geri kalmadı. Mithat Paşa ve ekibi padişaha ordunun harp istediği ve İngiltere’nin harpte Osmanlı Devleti’ne yardım edeceğini bile söylediler
Abdulhamid Han bu fikirlerin hiçbirine katılmıyordu ancak devlet içindeki güce nüfuz edecek güçte henüz değildi ve Tersane Konferansının kararlarını reddini onayladı. Bu durum üzerine İstanbul’daki büyük devletlerin büyükelçileri İstanbul’u terkettiler.
İstanbul’dan büyükelçilerini çekmiş 6 büyük Avrupa Devleti, aralarında Tersane Konferansı Kararlarından daha hafif olan Londra Protokolünü imzaladılar. Londra Protokolü, Hersek Sancağının il, Ortodoks Sırplardan oluşan iki ilçenin de Osmanlı Devleti’ne ait olan Karadağ Prensliğine verilmesini istiyordu. "Yani bir başka deyişle Osmanlı’ya ait toprakları gene Osmanlı’da kalmak şartıyla bir başka Osmanlı Prensliğine bağlanmasını istiyordu" Ancak Bab-ı Ali bu teklifi de reddetti...
Neticede, Osmanlı Devleti adına sadece olumsuz değil olumlu tüm konferans kararlarını da reddetmiş bir cemiyet.. Ve bu cemiyet zaten önceden adeta savaş çığırtkanlığı yapıyordu..
Zaten savaş için fırsat kollayan Rusya, bunu bahane ederek Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti. Böylece, Osmanlı Devleti için büyük bir felaketle sonuçlanan 1877–78 (93 Harbi) Osmanlı-Rus savaşı .... Abdulhamid Han, tahta çıktıktan tam 8 ay sonra kendini 1293 Rumi senesinde gerçekleştiği için “93 Harbi” diye meşhur olan bir savaşın içinde buldu. Savaş sonucu Osmanlı Devleti için çok ağır oldu.
Abdulhamid Han, her ne kadar 31.8.1876 da tahta geldiyse de tam manasıyla iktidar olamadı. Amcası Abdulaziz Han’ı şehid eden, ağabeyi şehzade Murad’ı tahta çıkaran ve sonra indirip Meşrutiyeti ilan etmek için kendisini tahta çıkaran derin yapıyı yok edip kontrol edene kadar bu durum sürdü. Bu sürede de yukarıda zikredilen toprak kayıplar yaşandı.
Abdulhamid Han, devlet yönetimi tam manasıyla ele aldıktan sonra sadece Osmanlı Devleti’nde değil aynı zamanda tüm dünya siyasetinde söz sahibi oldu. Kurduğu istihbarat teşkilatı ile ülkesini içeri de ve dışarıda korumayı başardı. Uyguladığı denge siyasetiyle de İngiltere ve Almanya gibi bir çok devletin yöneticileri onun dahice ülkesini yönettiğini itiraf eden tarihe geçen bir çok söz söylediler.
Abdülhamid han tahttan indirilme meselesi
İttihat Terakkicilerin ön planda olduğu Meclis-i Mebusan Sultan II.Abdülhamit'i 25 Nisan 1909'da tahttan indirilmesi yönünde karar verdi.
Bilinenin Aksine En çok toprak kaybeden padişah Sultan Abdulhamid Han değil meşrutiyet dönemi sonrası olduğu için toprak kaybına neden olanlar ittihat ve terakki cemiyeti ve uzantılarıdır. (Jon Türkler, Yeni osmanlılar)
ittihat ve terakki cemiyeti ve uzantılarının yanlış meclis kararları ve yönetimi ile Tunus, Mısır, Kıbrıs, Sırbıstan, Karadağ ve Romanya olmak üzere 1 milyon 592 bin 806 kilometre kare toprak kaybedilmiştir.
Sultan Abdülhamid Han ın tahtta kaldığı tarihler 31 Ağustos 1876 – 27 Nisan 1909
Birinci Meşrutiyet, Osmanlı İmparatorluğu'nda 23 Aralık 1876'da II. Abdülhamid tarafından ilan edilen, anayasal monarşi rejiminin ilk dönemi.
Meşrutiyet dönemi meclis dönemine geçiş sürecidir yani karar merci padişah değil meclistir.
İttihat ve terakki ve uzantılarının Başarısız ve bilinçsiz şekilde başına buyruk meclis kararları elbette toprak kayıplarına neden olacaktır.
Zaten tek karar merci padişah olmuş olsaydı ne toprak kaybı olur ne de kendi başarısızlıklarını padişaha yükleyip onu tahttan indirebilirlerdi.
Bunu analiz etmek biraz geriye gider ne olup bitmiş takip edersek kimlerin buna sebep olduğunu anlayacaksınız.
Peki Neler olmuştu daha önce gelin bakalım;
Daha önce Sened-i İttifak (1808) ile başlayan, padişahın yetkilerini kısma süreci, Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) Fermanları ile devam etmiş, ancak Ali ve Fuat Paşaların ölümleriyle birlikte bir duraklama evresine girmişti.
İlerleyen yıllarda İtalya’nın ihtilal mantalitesine sahip olan Carbonari örgütünü örnek alarak 1865 yılında “Genç Osmanlılar Cemiyeti” adı altında gizli bir örgüt kurmuşlar ve meşruti rejimi kurmak için ihtilal yoluna başvurmuşlardı. İlk olarak da, 1867 yılında Babıâli’yi basarak Sadrazam Ali Paşa’yı indirerek Mahmut Nedim Paşa’yı sadrazamlığa getirmek istemişlerdi. Ancak hükümet bu durumu önceden haber almış ve cemiyetin pek çok üyesi tutuklanmıştı. Kurtulabilenler ise Avrupa’ya kaçmışlar ve “sadrazam Fuad Paşa ile geçinmediği için Avrupa’ya gitmiş olan Mustafa Fazıl Paşa’nın ekonomik desteğinde, daha sistemli ve gür sesli bir muhalefeti başlatmışlardı”.Etkin muhalefetlerini bir süre daha devam ettiren cemiyet; mali sıkıntı, Sultan Abdülaziz’in ümit verici konuşmaları ve 1871 yılında Ali Paşa’nın ölümü gibi nedenler ışığında muhalefetlerine ara vermişler ve üyelerin büyük bir bölümü ülkelerine dönmüşlerdi.
Ancak, meşruti bir idarenin kurulmasını ana gaye edinen ve başını Mahmut Nedim Paşa’nın çektiği grup, bu yöndeki faaliyetlerine devam etmişler ve bu uğurda yapılacak her yolu da mübah görmüşlerdi. Nitekim, ümitlerini kestikleri Sultan Abdülaziz’i bir darbe ile tahttan indirerek bunu açıkça göstermişlerdi.Sultan Abdülaziz’i tahttan indiren darbeciler, birkaç gün sonra onu öldürerek intihar süsü vermişler ve kendileri ile işbirliği içinde olduğunu zannettikleri V. Murad’ı tahta çıkarmışlardı. Ne yazık ki, meşrutiyetin ilanı için umut bağladıkları V. Murad’ın, yaşanan gelişmelerden dolayı ruh sağlığı bozulmuş ve V. Murad, bu halinden dolayı sadece 3 ay tahtta kalabilmişti. V. Murad’ın da böylece tahttan inmesi üzerine, Veliaht Abdülhamid Efendi’nin önemi bir kat daha artmış ve meşrutiyetçiler, istemeyerek de olsa Abdülhamid’e umut bağlamışlardı.
Balkanların fokur fokur kaynadığı, üst üste gelen taht değişiklikleri, devletin içine girdiği ekonomik sıkıntılar gibi kaotik bir dönemde tahtta geçen II. Abdülhamid’i bekleyen pek çok sorun vardı ve bunlardan biri de meşrutiyetin ilanı hadisesiydi.
Abdülhamid han Tahta çıktığı yıllarda Bosna-Hersek,Girit,Sırbistan ve Karadağ’da isyanlar başlamıştı. Bu sıra da toplanan Tersane Konferansı’nda İngiltere olası bir savaşı Almanya’nın Rusya’yı destekleyeceği gerekçesiyle istemiyordu. Rus Çarı Aleksandr’da harp istemiyordu ancak Rusya’da da Osmanlı’da olduğu gibi savaş yanlıları vardı ve harbin başlaması için kampanyalarına çoktan başlamışlardı.
Mithat Paşa, Abdülhamid ile görüşmüş ve meşrutiyeti ilan etmesi yönünde ısrarcı tehditkâr bir tavır sergilemişti zaten devlet yönetimi başına henüz yeni geçmiş olan padişah bu iç karışıklık ve kaosu önlemek için meşrutiyet ilanını vadetmişti Meşrutiyeti ve Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası Kanun-ı Esasi Mithat Paşa’nın tazyikleri ile anayasa çalışmaları başlamış ve 23 Aralık 1876 tarihinde Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Sened-i İttifak Kanun-ı Esasi yüz bir pare top atışıyla ilan edilmişti. Sened-i İttifak yani PADİŞAHIN YETKİLERİNİ KISMA SÜRECİ ile başlayan sürecin önemli bir ürünü olarak ortaya çıkan Kanun-ı Esasi’nin alelacele ilan edilmişti. Ancak meşrutiyet ilanı Mithat Paşa’nın beklentisini karşılamadı Avrupalı devletlerin umurunda bile olmadı.
1875 Hersek Ayaklanması’yla başlayan olaylar Rusya ile Osmanlı Devletini karşı karşıya getirmiş ve Osmanlı kuvvetlerinin 29 Ekim1876’da Morova’da Sırp kuvvetlerine sağladığı üstünlükten sonra Rus hükümeti Babıâli’ye bir ültimatom vermişti. Bu dönemde Osmanlı’nın toprak bütünlüğünden yana olan İngiltere ise bu ültimatoma karşı bir konferansın toplanması önerisinde bulunmuştu. Bu önerinin kabul edilmesi üzerine Büyük Devletler, “Doğu Sorunu”nun çözümünde çıkarlarını uzlaştırmak için İstanbul’da bir araya gelmişlerdi”.İstanbul Konferansı ya da toplandığı Haliç Tersanesi’ne izafeten Tersane Konferansı 23 Aralık’ta toplanmış ve “bütün devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu esnada ‘dışarıdan dehşetli bir surette atılmaya başlayan top sesleri’ duyulmuştu. Bunun üzerine Hariciye Nazırı söz alarak delegelere, padişahın halkın meşru isteklerine göre uygulanmasını gerekli gördüğü yeni idare yönteminden ve meşrutiyet idaresinin getirdiği özgürlüklerden bahisle, ‘bu inkılâp karşısında toplantının zait(gereksiz) kaldığını’ dile getirmişti”. Ancak delegeler Kanun-ı Esasi’nin ilanına pek itibar etmemişler ve bu hareketi, “diplomatik bir taktik” olarak addetmişlerdi. Sonrada, hiçbir şey olmamış gibi kaldıkları yerden görüşmelere devam etmişlerdi. Meşrutiyetin ilanı, konferansa katılan delegeler üzerinde herhangi bir olumlu tesir uyandırmamasına rağmen, İstanbul’da bulunan Gayr-ı Müslim cemaat üyeleri tarafından büyük bir coşku ve bayram havası içinde kutlanmıştı.
Midhat Paşa, Tersane Konferansının Bulgaristan ve Bosna Hersek’te ıslahat yapılması tekliflerini incelemek üzere Bab-ı Ali’de içerisinde 60’ının Hristiyan olan 240 kişilik bir meclis topladı. Bu mecliste yaptığı konuşmada harp aleyhinde oy kullanacakları vatana ihanetle suçlayarak Tersane Konferansı kararlarını reddetti. Mithat Paşa, işsiz güçsüz takımına ve medrese talebelerine para dağıtarak Abdulhamid Han’ın penceresinin altında harp için gösteri yaptırmaktan bile geri kalmadı. Mithat Paşa ve ekibi padişaha ordunun harp istediği ve İngiltere’nin harpte Osmanlı Devleti’ne yardım edeceğini bile söylediler
Abdulhamid Han bu fikirlerin hiçbirine katılmıyordu ancak devlet içindeki güce nüfuz edecek güçte henüz değildi ve Tersane Konferansının kararlarını reddini onayladı. Bu durum üzerine İstanbul’daki büyük devletlerin büyükelçileri İstanbul’u terkettiler.
İstanbul’dan büyükelçilerini çekmiş 6 büyük Avrupa Devleti, aralarında Tersane Konferansı Kararlarından daha hafif olan Londra Protokolünü imzaladılar. Londra Protokolü, Hersek Sancağının il, Ortodoks Sırplardan oluşan iki ilçenin de Osmanlı Devleti’ne ait olan Karadağ Prensliğine verilmesini istiyordu. "Yani bir başka deyişle Osmanlı’ya ait toprakları gene Osmanlı’da kalmak şartıyla bir başka Osmanlı Prensliğine bağlanmasını istiyordu" Ancak Bab-ı Ali bu teklifi de reddetti...
Neticede, Osmanlı Devleti adına sadece olumsuz değil olumlu tüm konferans kararlarını da reddetmiş bir cemiyet.. Ve bu cemiyet zaten önceden adeta savaş çığırtkanlığı yapıyordu..
Zaten savaş için fırsat kollayan Rusya, bunu bahane ederek Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti. Böylece, Osmanlı Devleti için büyük bir felaketle sonuçlanan 1877–78 (93 Harbi) Osmanlı-Rus savaşı .... Abdulhamid Han, tahta çıktıktan tam 8 ay sonra kendini 1293 Rumi senesinde gerçekleştiği için “93 Harbi” diye meşhur olan bir savaşın içinde buldu. Savaş sonucu Osmanlı Devleti için çok ağır oldu.
Abdulhamid Han, her ne kadar 31.8.1876 da tahta geldiyse de tam manasıyla iktidar olamadı. Amcası Abdulaziz Han’ı şehid eden, ağabeyi şehzade Murad’ı tahta çıkaran ve sonra indirip Meşrutiyeti ilan etmek için kendisini tahta çıkaran derin yapıyı yok edip kontrol edene kadar bu durum sürdü. Bu sürede de yukarıda zikredilen toprak kayıplar yaşandı.
Abdulhamid Han, devlet yönetimi tam manasıyla ele aldıktan sonra sadece Osmanlı Devleti’nde değil aynı zamanda tüm dünya siyasetinde söz sahibi oldu. Kurduğu istihbarat teşkilatı ile ülkesini içeri de ve dışarıda korumayı başardı. Uyguladığı denge siyasetiyle de İngiltere ve Almanya gibi bir çok devletin yöneticileri onun dahice ülkesini yönettiğini itiraf eden tarihe geçen bir çok söz söylediler.
Abdülhamid han tahttan indirilme meselesi
İttihat Terakkicilerin ön planda olduğu Meclis-i Mebusan Sultan II.Abdülhamit'i 25 Nisan 1909'da tahttan indirilmesi yönünde karar verdi.